close
Üye Girişi
close
Onay Kodu
Kodu girmeniz için kalan süre
04:58
Hızlı Erişim
close white
İlgili Sonuçlar

    ‘Osmanlı’da hizmet aristokrasisi vardı’

    Fransa İstanbul Başkonsolosu ve eşi Osmanlı’yı değerlendirdi

    Fransa İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach ve eşi Sabah Gazetesi’nden Sonat Bahar’a verdikleri röportajda Osmanlı’yı ve günümüz Türkiye’sini değerlendirdi. Röportajın tam metni aşağıdaki gibidir.


    Osmanlı’da hizmet aristokrasisi vardı’

    Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach’ın eşi, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Olivier Bouquet’in Osmanlı paşalarını incelediği Sultan’ın Paşaları isimli kitabı Türkçeleştirildi. Bouquet, “Osmanlı’da Avrupa’daki anlamda aristokrasi yoktu ama asalet vardı. Paşazadelik böyle bir şeydi. Belli avantajları vardı; Fransızca öğrenebiliyordunuz” diyor

    Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Olivier Bouquet, Osmanlı devletindeki son Fransa Büyükelçisi Maurice Bompard’ın ikinci kuşak torunu… Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach ile evli olan Bouquet, dedesinin büyükelçilik olarak kullandığı, bugünse konsolosluk ikametgahı olan Beyoğlu’ndaki Fransız Sarayı’nda yaşıyor. Yıllar önce Osmanlı Başbakanlık arşivinde yaptığı çalışmalar sonucu hazırladığıSultan’ın Paşaları isimli kitabı Fransa’da yayınlanmıştı.

    Bu kitap İş Bankası Yayınları tarafından Türkçeleştirildi ve geçtiğimiz hafta yayınlandı. Bouquet’in Osmanlı’ya ilgisi bununla sınırlı değil. 1300 sayfalık 700 maddeden oluşan ve hocaları François Georgeon, Nicolas Vatin ve Gilles Veinstein’nin yayınladığı Osmanlı İmparatorluğu Lugatı’na da katkı sağladı.

    Osmanlı İmparatorluğu’nun XV ve XX yüzyılları arasındaki tarihi, siyasi, kurumsal, iktisadi, kültürel ve düşünce yapısına yer veren kitap Fransa’da yayınlanacak. Bouquet’in bu ilgisi, eşinin de İstanbul’da başkonsolosluk görevi üstlenmesine neden oldu. Yani ikili Osmanlı hayranı… Olivier Bouquet ve Fransa İstanbul Başkonsolosu eşi Muriel Domenach ile Fransa Sarayı’nda buluştuk.

    Osmanlı tarihine aile geçmişi olarak da yakınsınız. Biraz anlatır mısınız?

    – Olivier Bouguet:
    Osmanlı devletindeki son Fransa Büyükelçisi Maurice Bompard’ın ikinci kuşak torunuyum. Büyük büyükannem Gabrielle Bompard İstanbul’un Dostları Derneği’nin fahri başkan yardımcısı. 1911 yılında kurulan derneğin fahri başkanı da son halife Abdülmecid (o dönem şehzade idi). Büyükannem ile Abdülmecid o dönem özel bir hukuk geliştirmişler. Halife Madame Bompard’a, kitabesinde özel bir ithafın da yer aldığı bir çeşme hediye etmiş. Çeşme şu an röportaj yaptığımız Fransa Sarayı’nın bahçesindeki yer alıyor.

    – Muriel Domenach:
    Fransa, 1539 ve Kanuni Sultan Süleyman’dan beri Osmanlı İmparatorluğunun en eski ve en iyi müttefiki olmuştur. Fransız- Osmanlı ilişkisi dünyanın en eski ve en uzun siyasi ittifakıdır. Napoleon’un Mısır seferi ve tabii Osmanlı İmparatorluğunun 1914-1919 yıllarında Almanya’nın yanında savaşa girmek gibi aldığı talihsiz kararın dışında, biz her zaman müttefik olduk.

    Bazen eşime, Senin büyük büyük deden, Osmanlı’daki son Fransız Büyükelçimiz, Türk ittifakını kaybetmemeyi başaramadı” diye takılıyorum. Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nda modernizmin simgesi idi ve bazı büyük kurumlara ilham verdi; mesela Galatasaray Lisesi Fransız eğitiminden ilham almıştır, zira İstanbul Teknik üniversitesi de Fransızların kurduğu mühendis okulundan ilham almıştır.

    Sultan’ın Paşaları isimli kitabınız Fransa’da yayınlandıktan sonra şimdi Türkçeleştirdi. Neden Osmanlı İmparatorluğu’nda paşalar ilginizi çekti?

    – O. B: 90’lı yıllarda araştırma yapmak için İstanbul’da bulundum. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, başka hiçbir ülkede bulunmayan, benzersiz bir kaynak buldum; Sicill-i Ahval Defterleri… 51 bin memura ait kayıtların bulunduğu bu defterden 282 sivil ve asker paşayı seçtim. Ele aldığım paşaların yüzde 22’sinin babasının da paşa olduğunu, yani paşazade olduklarını gördüm.

    Bu da Osmanlı’da bir hizmet aristokrasisi olduğunu gösteriyor. Osmanlı’nın önde gelen aileleri arasında bir devlet kültürü vardı. Bu ilgimi çekti. Osmanlı’da Avrupa’daki anlamda aristokrasi yoktu ama asalet vardı. Paşazadelik böyle bir şeydi. Belli avantajları vardı; Fransızca öğrenebiliyordunuz. Bir paşa en az bir yabancı dil biliyordu.

    Osmanlı İmparatorluğu’nu bu kadar önemli ve büyük yapan neydi?

    – O.B: 20 senedir araştırma yapıyorum ve Osmanlı İmparatorluğu her tarih araştırmacısı için çarpıcı bir konudur. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu tamamen bir devletti; Devlet-i Aliye… Hanedan, devlet ve Osmanlı İmparatorluğu bir aradaydı… Bu üç unsurun bir arada uyum içinde nasıl gittiği ilgimi çekti. En çok merak ettiğim buydu. Düşünün ki; devlet sadece devlete ait değil, sadece teşkilata ait değil…

    – M.D: Tıpkı bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi, beni büyüleyen şey Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tezatlar ve çeşitlilik. İmparatorluk aynı zamanda çok önemli bir devlet geleneğine sahipti ve hatta eşimin ve daha birçok tarihçinin üzerinde çalıştığı kimliğe dair bir gelenek. Aynı zamanda da, devasa bir İmparatorluk, çeşitli, çok dilli ve çok dinli.

    BURJUVA BİR SULTAN: 2. ABDÜLHAMİT

    Bu büyük imparatorlukta sizin ilginizi çeken karakterler kimlerdi?

    – O.B: 2. Abdülhamit döneminde diğer dönemlerden farklı olarak Sultan karar mekanizmasının çok içindeydi. Trabzon Valisi’nin kim olacağına o karar veriyordu. Farklı bir Sultandı. Yıldız Sarayı’nda yaşardı. Bir günde bin belge okuduğu oluyordu. Çok zeki bir adamdı, çok çabuk okuyordu ve karar veriyordu. Yaşadığı Yıldız Sarayı’ndan sadece cuma günleri selamlık için çıkıyordu. Aile hayatı çok önemliydi onun için… Burjuva bir sultandı.

    Piyanoyu, polisiye roman okumayı severdi. Fark yaratan isimlerden biri de Sultan Abdülaziz’di… 1867’de Avrupa’ya büyük bir seyahat yaptı… Bu ilginçti çünkü normal şartlarda bir Osmanlı Sultanı fetih yapmanın dışında Avrupa’ya gitmez. Eğer bir yere gidiyorsa fethetmek için giderdi. Oysa Abdülaziz, gözlem yapmak için gitti.

    O dönemde Osmanlı İmparatorluğu kötü gidiyor, savaş kaybediyor, her şeyin değiştirilmesi gerekiyordu. Sultan kendi kendine durumu görmek için Paris, Viyana, Londra ve Brüksel’e gitti ve artık yeni bir teşkilat gerektiğini anladı. Seyahatten döndüğünde ise o zamanki Danıştay ve Galatasaray Lisesi kuruldu. O zaman diplomasi dili Fransızcaydı. Fransızca bilmek gerekiyordu. Çok şey getirdi o geziden sonra Abdülaziz; asker sistemi, mühendislik, fen ve ilim…

    Tüm bunlar batılılaşma çabası mıydı?

    – O.B: Herkes bunu modernleşme olarak yorumladı. Sadece batılılaşma denemez buna… Osmanlı modernleşmesi çok yavaş yavaş 18. yüzyılda 3. Selim döneminde başladı. Fransa da bu değişimin içindeydi… Fransa’dan çok mühendis geldi. Choiseul-Gouffier, 1784’te Fransız Sefir olarak İstanbul’a geldi. 1784 yılında Mühendishane kurulduğunda Halil Hamid Paşa Fransızlarla çok çalıştı.

    – M.D: 1539’dan beri, Fransa ve Türkiye birbiri için vazgeçilmez, Katolik Kral Birinci Fransuva ve Kanuni Sultan Süleyman arasında imzalanan ilk anlaşmadan beri bu karşılıklı bir çıkar ittifakı. Türk-Fransız ilişkisini, ilişkisinde bazen krizler yaşamış olan eski bir çiftin hayatına benzetiyorum: ‘Ne seninle ne de sensiz’ şeklinde… Zira bu sağlam bir çift.

    KANUNİ MÜKEMMEL BİR DEVLET ADAMIYDI

    – Siz tarihin derinliklerine girerken kişilikler üzerine de epey çalışmışsınız. Sanki tanıdığınız birilerinden söz ediyor gibisiniz. O zaman Fatih Sultan Mehmet ile Kanuni’yi de anlatır mısınız?

    – O.B: Kanuni Sultan Süleyman çok ülkeyi fethetti. Mükemmel bir devlet adamıydı…. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethetti, daha ne olsun… Ondan önce İmparatorluk değildi Osmanlı, devletti. Onunla birlikte İmparatorluk oldu. Şöyle açıklayayım; Osmanlı onun zamanına kadar monarşiydi… İmparatorluk değildi…

    Ondan sonra tam manasıyla imparatorluk oldu. İmparatorluk olgusu fikir ve konsept olarak vardı ama sadece son döneminde Osmanlı İmparatorluğu ismini aldı. Yani Mehmet ilk imparator, ilk padişah oldu. 3. Selim reformcuydu. Çok karar alan, çok dinamik ve çok ilginç biriydi. Seyahatname’yi çok okudu… 2. Mahmut ile reform tamamen başladı. 2. Abdülhamit tamamen bir devlet adamıydı. Üstelik bunun için Osmanlının en zor dönemiydi. Ama o çok iyi karar alan biriydi.

    – Peki ya kadınlar? Hep geri planda mı kalmışlar?

    – O.B: Her zaman değil… Mesela 3. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan da çok önemli bir karakter ve modern bir hanımefendiydi… Hatice Sultan, 15 sene İstanbul ile ilgili yapılmış en güzel oyma resimleri yapmış olan Melling isimli bir ressam ile çalıştı onunla iletişimde kaldı…

    – Sayın başkonsolos, sizin Osmanlı tarihinde en çok dikkatinizi çeken isimler kimler?

    – M.D: Sinan ve Roxane… Bu iki isim mükemmel çeşitliliği gösteriyor. Hristiyan bir ailede dünyaya geliyorlar. Mimar Sinan’ın yaptığı camiler tüm dünyada Osmanlı camilerinin imzası. Aynı zamanda Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan yani Roxane beni çok etkiledi. Muhtemelen Osmanlı tarihinin en etkili kadını. Kadının kocasının varlığıyla varolabildiği bir dönemdi o. O zamandan beri çok yol katettik.

    – Yeni dönemde Osmanlı İmparatorluğu’na artan bir ilgi var mı?

    – O. B: Osmanlı’ya karşı bir tutku var bu dönemde. 90’larda dört yıl İstanbul’da yaşadım. O zamanlar arşive giderdim, kimse olmazdı. Şimdi herkes Osmanlı araştırıyor. Türkler tarihle artık çok ilgileniyor. Çok doğal değil mi? Bir kere son İslam İmparatorluğu… Çok enteresan bir yapı. 600 yüzyıl sürdü. Bu bile çarpıcı. Yeni ve yakın çağ tarihinde tek örnek. Ve tek hanedan. Osman Sultan’dan, 6. Mehmet’e kadar aynı aileden, sülaleden…

    Çok önemli ve meşhur sülaleler var Osmanlı tarihinde. Karaosmanoğlu, Köprülü vs. bugüne kadar devam eden aileler… Bu devamlılık da çok ilginç. Atatürk yeni bir sistem kurmak istemişti, belki de bu yüzden bu köklü aileleri uzaklaştırdı… Oysa sefirler, sanatçılar ve akademisyenler paşazadeydi…..

    Bize Ulaşın!

      × WhatsApp'tan Bize Yazın!